HAYRA ÖNCÜLÜK ETMEK
- nisbet dergi
- 13 Eyl 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Eyl 2023
Bedir ehlinden ve ensardan olan Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.” (Müslim, İmâre 133. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14) Nevevî’nin Müslim'den naklettiği bu hadis, bir rivayetin konumuzla ilgili tek cümlesinden ibarettir. Bu rivayetin baş tarafı şöyledir:
Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: – Benim hayvanım helâk oldu, bana bineceğim bir hayvan ver, dedi. Peygamber Efendimiz: – “Bende de yoktur” dedi. Orada bulunan bir adam: – Ey Allah’ın Resûlü! Ben, kendisine binek hayvanı verecek bir kimseyi gösteririm, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz yukarıda tercümesi geçen hadisi söyledi.

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadis, hayra öncülük yapmanın, hayır yapana ve hayır yapılmaya layık olana yardımda bulunmanın faziletine delil teşkil eder. Çünkü hayra, iyiliğe delâlet etmek de bir hayırdır. Hayır yapana ecir ve sevap verildiği gibi, o hayrın yolunu gösterene de sevap verilir. Çünkü her insan bizzat kendisi hayır yapmaya güç yetiremeyebilir. Bundan elde edilen sevabın mutlaka eşit olması da gerekmez. Hayra öncülük ve delâlet, sözle, işle, işaretle veya yazmak sûretiyle olabilir. Delâlet edene ecir verilmesi, hayır ve iyilik yapanın ecir ve sevabından da hiçbir şey eksiltmez.
Özellikle günümüzde hayır ve iyilik yapılması gereken birçok kişi, birçok İslâmî ve toplumsal kuruluş vardır ki ihtiyaç içinde kıvranmakta, çaresiz kalmaktadırlar. Aynı şekilde, hayır yapmak isteyen ve lâyık olanı arayan hayırseverler de bulunmaktadır. Bunlara öncülük ve aracılık yapmak, müslümanların görevleri olmalıdır. Özellikle büyük yerleşim birimlerinde, bunu organize eden hayır kurumları ve vakıfların bulunması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu müesseseleri samimiyetle yaşatmak ve toplumun hizmetinde kullanmak, küçümsenmeyecek hayırlardandır.
Hadisten Çıkarmamız Gereken Dersler
Hayra öncülük yapmak, hayrı işlemek gibi sevaptır.
Hayra öncülük sözle, işle, işaret ve yazı ile olabilir.
Hayra öncülük yapana verilen ecir ve sevap, hayır yapanın ecir ve sevabından hiçbir şey eksiltmez.
Hayra yönelik teşkilatlanma, günümüzün vazgeçilemeyecek zaruretlerinden biridir.
Sehl İbnri Sâ’d radıyallahu anh, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Hayber günü, Hayber Fethi uzayınca şöyle buyurduğunu, işittiğini rivayet etmiştir:
“Müslümanların bayrağını bir kişiye vereceğim ki Allah fetih ve zaferini, onun iki elleri ile müyesser kılacaktır. O Allah ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu.”
Bunun üzerine orada bulunan ashâb, bayrağın onlardan hangisine verileceğini tahayyül etmeye başladılar. Onlardan hepsi, bayrağın kendisine verileceğini umarak ertesi güne erdiler.
Fakat ertesi gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ali nerededir?” diye sual edince Ashâb-ı kiram: “Gözleri ağrıyor” ve Rasûlullah Efendimizin emriyle Ali radıyallahu anh huzura getirildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ali’nin gözlerine mübarek tükrüğünü sürdüler. Hemen orada gözleri hiç ağrımamış gibi iyi oldu. Bunun üzerine Ali radıyallahu anh: “Ya Rasûlallah! Hayber Yahudileri de bizim gibi Müslüman oluncaya kadar onlarla vuruşuruz.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: – “Ya Ali, yavaşça ve sükunetle Hayberlilerin sahasında müsait bir mahalle iner, ordugâhını kurarsın; sonra, onları İslâm’a davet edersin. Ve üzerlerine vâcip olan İslâm esaslarını haber verirsin. Ya Ali! Tek bir kişinin senin irşadınla Müslüman olması; iyi bil ki sana kızıl develerin bahş edilmesinden (bağışlanmasından) daha hayırlıdır” buyurdu.
Hazret-i Ali radıyallahu anh Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in bu talimatı veçhile hareket etti. Ve Yahudilere İslâm umdelerini teklif etti. Fakat Yahudiler Müslüman olmayı kabul etmediler. İlk önce Yahudi Cengâver Merhab çıktı. Mübâriz istedi. Ona karşı bizzat Hazret-i Ali çıktı ve onu tepeledi. Yahudilerin bu azgın kumandanı yere serilmekle, Yahudiler mesnetsiz kalarak harp nihayete ermiş ve Rasûl-i Ekrem’in fethin Ali bin Ebî Talib’in şerefli iki eli ile müyesser olacağı hakkındaki işareti tahakkuk etmiş bulunuyordu. (Tecridi Sarih Tercümesi; Mahmud Sami Ramazanoğlu)
Sehl ibni Sa'd es-Sâidi
Sehl, Ensardan yani Medine'li sahabilerdendir. Resûl-i Ekrem Efendimiz vefat ettiğinde, Sehl henüz on beş yaşında idi. Uzun bir ömür sürdü ve 88 (707) veya 91 (710) senesinde Medine'de vefat etti. Medine'de en son vefat eden sahâbi o idi. Emsalinden kimsenin kalmadığını anlatmak için: "Şayet ben ölürsem, 'Allah ve Resûlü şöyle buyurdu' diyen hic kimseyi işitmeyeceksiniz" derdi. Sehlin ismi daha önceden Hazn idi. Allah Resûlü beğenmediği bu adı değiştirerek kendisine Sehl ismini verdi. Künyesi Ebữ'l-Abbås veya Ebú Yahyadı. Haccac zamanında eziyet görenlerdendi.
Kendisinden Ebú Hüreyre, Said ibni Müseyyeb, Zühri, Ebü Mazim ve oğlu Abbâs hadis rivayet ettiler. Sehl'den rivayet edilen hadis sayısı 100'e ulaşır. Ondan naklen Buhârî ve Müslim'in kitaplarına müşterek aldıkları hadis sayısı 28'dir. Peygamberimiz'den rivayet ettiği bir hadisin anlamı şöyledir: "Kulun Allah yolunda, cihad için yaptığı sabah yürüyüşü, dünyadan ve bütün dünya varlıklarından daha hayırlıdır" (Müslim, imäre 113).
Allah ondan râzı olsun.
Açıklamalar
Hayber Gazvesi, hicretin yedinci yılında yapıldı. Hayber, yahudilerin bulunduğu bir yerdi. En mühim kaleleri de burada idi. Müslümanlara karşı sık sık tehdit oluşturmaya başlamışlardı. Anlaşmalara da uymuyorlardı. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem onlarla savaşmaya karar verdi. Hayber kuşatması günlerce sürdü. İbni İshâk'ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber önce Ebû Bekir'i sonra Ömer'i Hayber kalelerinin fethi için göndermiş, her ikisi de düşmanla yıpratıcı ve teslime zorlayıcı darbeler vurmuşlarsa da kaleler alınamamıştı. Neticede Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'yi komutan tayin etti. Fetih onun eliyle müyesser oldu. Sahabe-i kirâm, Hz. Peygamberle cihada katılmayı vazgeçilmez bir görev, bir ibadet bilirlerdi. Allah yolunda cihad ederken şehit olmak onların dünyadaki en büyük arzuları idi. Çünkü cihadın ve şehit olmanın Allah katındaki değerini ve mücahitlerle şehitlerin cennetteki üstün mertebelerini Kur'an ve Sünnet'te öğrenmişlerdi. Bu sebepledir ki, Hayber Gazvesi'nde sancağı taşımaya, komutanlık gibi üstün bir görev üstlenmeye hepsi talip olmuş, bu bahtiyar kişinin kim olabileceği düşüncesi bütün bir gece onları uyutmamıştı. Onların bu samimi ve candan arzusu, kalplerinden geçirdikleri iyi niyet bile tamamen bir hayır olup Allah katında ecir almalarına vesile olur. Peygamber Efendimiz, sahabeye ve ümmete, hastalıkların tedavi yollarını öğretmiş ve uygulamıştır. Hastalıkların tedavi yöntemleri tek yönlü olmayıp, çeşitlidir. Bu yollardan biri de, okuma ve nefes etme suretiyle yapılan tedavi olup, buna rukye denilmektedir. İşte burada Resûlullah'ın Hz. Ali'nin ağrıyan ve hasta olan gözünü tedavi etmesi bu çeşit bir tedavi yönteminin ispatıdır. Çünkü Peygamberimiz sahabeyi de bu yönde eğitmiştir. Ancak tedavinin bugün kullanılan bütün meşrû usullerine de Resûl-i Ekrem'in emir ve tavsiyelerinde, kendine has adıyla tıbb-ı nebevî eserlerinde, genel anlamda rastlamaktayız. Tıbb-ı nebevî çok geniş kapsamlı bir konu olup, onu burada tanıtmak mümkün değildir. Fakat yeri geldikçe bu eserde bazı kısımlarından bahsedilecektir.
Müslüman olmayanlarla savaş, onlar müslüman oluncaya veya İslâm'ın hakimiyetini kabul edinceye kadar devam eder. Onun için Hz. Ali, "Onlarla bizim gibi müslüman oluncaya kadar mı savaşacağım?" diye sormuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem, ilk olarak onları İslâm'a davet etmesini, bu daveti kabul etmezlerse uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri haber vermesini istemiştir. Bu yükümlülük onların ödeyecekleri cizye, yani müslüman olmayanların İslâm'ın hakimiyetini kabul edip İslâm topraklarında emniyet içinde yaşamalarına karşılık ödeyecekleri vergidir. Şu halde müslüman olmayanlarla savaş, onların mutlaka müslüman olup bu dine girmeleri, kendi dinlerini terketmeleri anlamına gelmez. İslâm'ın hakimiyetini kabul edip, müslümanların yönetimi altına girmek veya onlarla sulh yapmak anlamına gelir.
Burada bilinmesi gereken en önemli nokta, düşmanla harbe girişmeden önce onların İslâm'a davet edilmeleri gereğidir. İslâm alimlerinden pek çoğu bu davetin vâcip olduğunu söylerler. Böylece harbin, İslâm'ın tebliğinde en son safha ve en son çare olduğu da anlaşılmış olmaktadır. Çünkü İslâm'ın gayesi, yeryüzünde Allah'ın hükmünün geçerli olmasını temindir. Bunun için her meşrû çareye başvurulur.
Bu hadisin bu bölümde verilmesinin esas sebebi, hadisin son kısmındaki Peygamber sözleridir. Buna göre, bir tek kişinin bile İslâm'a hidayet vesilesi olması, bütün dünya zenginliklerine sahip olmaktan daha önemlidir. Çünkü dünya malı bu dünyada kalır, tükenir, yok olur, hakkı verilmezse insanın dünyada azgınlık ve sapıklığına, âhirette de azabına, cehenneme girmesine sebep olur. Oysa hidayet, bir insanı dünya ve âhiret saadetine kavuşturur. İnsan yaratılış gayesini anlar, Allah'a layıkıyla kul olur, O'nun hoşnutluğunu kazanır ve ebedi cenneti hak eder. Bunlar ise Allah katında en makbul kul olmanın yoludur.
Kırmızı Deve
Kırmızı deve Araplar için, o günün şartlarında en büyük zenginlik alametiydi. Bunlar zaman, şartlar ve ülkelerine göre değişebilir, hadisin ifade ettiği mutlak manadaki zenginlik ise her zaman geçerlidir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
Allah Resûlünün, Hayber'in Hz. Ali tarafından fethedileceğini önceden bildirmesi ve hasta olan gözünü iyileştirmesi, onun mucizelerinden biridir.
Hadis, Hz. Ali'nin faziletine, Allah'ı ve Resûlü'nü sevdiğine ve Allah'ın da onu sevdiğine delildir.
Harpten önce düşman tarafını İslâm'a davet etmek, İslâm'ın gerektirdiği bir görevdir.
İslâm'ın hakimiyetini kabul edenlerle harp edilmez.
Bir insan, bir hayra harcama yapmaya niyet edip onu yerine getiremeyebilirse, o harcamayı başka bir hayra sarfetmesi müstehaptır.
Müslümanlar, cihad arzusuyla yaşamalı ve cihattan geri kalmamalıdır.
Hayır yapılmasına aracı olmak ve hayrı elde etmeye çalışmak faziletli bir iştir.
Müslümanlar, cihadın önemini ve değerini bilmeli ve Allah yolunda katkıda bulunmalıdır.
Hidayet, dünya malından daha değerlidir ve insanı dünya ve ahiret saadetine kavuşturur.
İslâm'ın yayılması ve hakimiyeti için her meşru çare kullanılmalıdır.
Kommentare