top of page

ABDULLAH-I DEHLEVİ (K.S) HAYATI*

  • 28 Eyl 2023
  • 11 dakikada okunur

*(Bu metin, Rauf Ahmed Müceddidi'nin "DÜRRÜ'L MARİF" kitabı ve Nurşin Esintileri Dergisi'nin 21. sayısından alınarak derlenmiştir.)


İnsanları Hakk'a davet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine "silsile-i aliyye" adı verilen âlim ve velilerin yirmi sekizincisidir. Meşhur ismi Abdullah, babasının ismi Abdüllatif'tir. Gulam Ali olarak da bilinir. Seyyid olan Abdullah Dehlevi (k.s.) 1156 (1743) senesinde Hindistan'ın Pencap eyaletinin Bitâle kasabasında doğdu.

Babası Şah Abdüllatif Hazretleri, riyâzet ve mücâhede eder; yani nefsinin isteklerini yapmayıp istemediklerini yapardı. Allah Teâlâ'nın yasaklarından ve şüpheli şeylerden şiddetle sakınır, bu suretle tasavvuf yolunda olgunlaşıp Hakk Teâlâ'nın rızasına kavuşmaya çalışırdı. Abdüllatif Efendi, oğlunun doğumundan bir gün önce rüyasında Hz. Ali'yi (r.a.) gördü. Hz. Ali (r.a.) ona, doğacak oğluna kendi ismini koymasını tavsiye etti. Annesi de o günlerde rüyasında Abdülkadir-i Geylani'yi (k.s.) görmüştü. O da kendi ismini koymasını tavsiye etmişti. Evliyaullah’tan olan amcası da Peygamberimiz Efendimiz’i (s.a.v.) rüyasında görmüş; Peygamber Efendimiz, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emir buyurmuştu. Abdullah Dehlevi Hazretleri doğduğu zaman; babası Ali, annesi Abdülkadir, amcası da Abdullah ismini verdiler. Abdullah Dehlevi Hazretleri beş altı yaşına geldiği zaman, kendisine Ali demekten hayâ edip Ali'nin hizmetçisi manasına gelen Gulam Ali dedi ve böyle tanındı. Daha sonra Abdullah adıyla meşhur oldu.


İlmi ve Tasavvufi Eğitimi


Abdullah Dehlevi (k.s.), küçük yaşından itibaren babasının yanında ilim öğrenmeye başladı. On üç yaşına gelince babası onu, hocası olan Nâsırüddin Kadiri Hazretleri’nin (k.s.) sohbetinde bulunup ilim öğrenmesi için Delhi'ye (Dihli) götürdü. O sırada Nasiruddin Kadiri vefat ettiği için görüşmek mümkün olmadı. Bunun üzerine babası, "Ey oğlum! Ben seni üstadım Nâsırüddin Hazretleri’nden ilim öğrenip onun terbiyesi altında yetişmen için getirmiştim. Ne yapalım, nasip değilmiş. Şimdi serbestsin. Mübarek kalbine nereden bir marifet kokusu gelir, seni yetiştirecek bir âlim ve veli bulabilirsen ona gidip büyüklerin yolunu öğrenebilirsin" dedi.


Abdullah-ı Dehlevî (k.s.) şöyle buyurmuştur: “Evvel-i emirde Tarîkat-ı Nakşîbendiyye ile meşgul olmamdan Seyyid Abdulkâdir-i Geylânî (k.s.) razı olur mu diye tereddüt ettim. Zuhuratta Abdulkadir-i Geylânî’yi (k.s.) gördüm. Karşısında Hazreti Şah-ı Nakşibend (k.s.) oturuyordu. Sonra, içime Hazreti Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) yanına gitmek doğdu. Bunun üzerine Abdulkadir-i Geylânî (k.s.) o anda bana: “Maksat Allah’a (Celle Celâlühû) ulaşmaktır. Gönlünü ferah tutarak git” buyurdu.


Delhi'de Allah dostlarının sohbetlerinde bulunmaya gayret eden Abdullah Dehlevi, Hâce Zübeyr ve onun talebelerinden Ziyâullah, Abdülladl, Hâce Nâsırüddin'in oğlu Hâce Mir Dürer, Mevlânâ Fahreddin, Fahr-i Cihân-ı Çiştî Dihlevi, Hâce Nânû, Hâce Gulâm-ı Çiştî gibi zevatın sohbetleriyle şereflendi. Yirmi iki yaşına kadar onlardan tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhiri ilimleri tahsil etti. Tasavvuf yolunda da yetişmek istedi. Yirmi iki yaşına geldiğinde, zamanının bir tanesi, zahirî ve bâtınî ilimler hazinesi Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’yle karşılaştı ve kendisini talebeliğe kabul buyurması için yalvardı. O da, "Evladım! Bizim yolumuz, tuzsuz taş yalamak gibidir. Bunun için, sen kendine zevk ve şevk ile dolu olan yerler bul" buyurdu. Onun büyüklüğünü anlayan Abdullah Dehlevi (k.s.) ise, "Ben de tuzsuz taş yalamayı murat ediyordum. Bunu hepsinden çok seviyorum. Ne olur bu fakiri kabul buyurunuz" dedi.


Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri (k.s.) onu talebeliğe kabul edip önce zahiri ilimleri öğretti. Sonra da tasavvufta yetiştirmeye başladı. Nakşibendiyye yolunun edeplerini öğretti. On beş sene Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’nin sohbetinde kalan Abdullah Dehlevi (k.s.), tasavvuftaki dereceleri geçti. Zahirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere ulaşması üzerine, Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri (k.s.) ona icazet verdi ve talebe yetiştirmekle vazifelendirdi. Abdullah Dehlevi Hazretleri, Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’nin (k.s.) sohbetinde kaldığı on beş seneyi şöyle anlatır: "İlk zamanlar geçimimde, zorluk ve güçlüklerle karşılaştım. Elimde olan ne kadar dünya malı varsa hepsi gitti. Allah Teâlâ'ya tevekkülü ahlâk edindim. Eski bir hasırı yatak, bir tuğlayı yastık edindim. Bir elbiseyi yıllarca giydim. Bu şekilde on beş sene kanaat köşesinde oturdum. Bir defasında o kadar çaresiz kalıp bitkin düştüm ki artık, bulunduğum bu hücre, benim mezarım olacak diye düşünmeye başladım. İşte bende bu düşünce hasıl olunca, Hak Teâlâ'nın yardımı ulaştı. O'nun ihsan denizine gark oldum. Kalp gözüm açıldı. Melekler âlemini görmeye başladım. Ondan sonraki günlerde hücreme bir kimse gelip, 'Kapıyı açınız' dedi. Açmadım. Tekrar 'Açınız' dedi. Yine açmadım. Bunun üzerine pencereden bir miktar para atıp gitti".


Abdullah Dehlevi (k.s.), hocasının vefatından sonra talebe yetiştirmeye başladı. Alim ve salih kimselerden yüzlerce kimse gelip onun alim meclisiyle ve sohbetiyle şereflendi. Teveccühleri ve bereketiyle yüksek makamlara kavuştular. Bunların en başta geleni, Bağdat'tan gelen Mevlâna Halid Hazretleri’dir (k.s.). Abdullah Dehlevi Hazretleri’ne (k.s.)çok kimse gelir, hastalıklarından kurtulmak için dua etmesini isterdi. O da dua eder, hasta kimseler hastalıklarından Allah Teâlâ'nın izniyle kurtulurlardı. Ancak, ömrünün sonuna doğru, kendi bedeninde üç hastalık arız olmuştu. Bu hastalıklar sebebiyle güçsüz kalmış; ibadetlerini şevkle, fakat sıkıntıyla yapar hale gelmişti. Bu sıkıntılı halini bilen dostları ona, "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden dua istiyor, Cenâb-ı Hak da dualarınızı reddetmiyor. Her gelen huzurunuzdan şifaya kavuşmuş olarak ayrılıyor. Halbuki kendi üzerinizde birden fazla hastalık var. Dua buyursanız da bu dertlerden kurtulsanız" dediler. O da cevaben, "Onlar, hastalıklarından kurtulmak için dua istiyorlar. Biz ise Hak Teâlâ'nın gönderdiği bu dert ve belalardan, O gönderdiği için razıyız. Cenâb-ı Hak bu dertleri, sevdiği kullarından dilediklerine verir. Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, onlara sabretmeyi isteriz" buyurdu.


Kerametlerinin en üstünü, Allah Teâlâ'nin emirlerine uyup yasaklarından kaçınması ve sevgili Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine sıkıca bağlı olmasıdır. Abdullah Dehlevi Hazretleri (k.s.), kendine gelen taliplerin gönüllerine tasarruf eder, Hakk'ın feyiz ve bereketlerini onların kalplerine akıtır, kalplerini devamlı olarak Cenab-ı Hakk'ı anar hale getirirdi. Bununla beraber dünyaya ait kerametleri, ilahi ilhamlarla gaybdan haber vermeleri de çoktu. İnsanların müşküllerini çözer, dert ve istekleri için dua ederdi. Gelenlerin işleri, onun duası ve bereketiyle hallolurdu. Talebelerinden Mevlevi Kerametullah, zatülcenp hastalığına yakalanmıştı. Abdullah Dehlevi Hazretleri (k.s.) elini, hastanın üzerine koyunca, hemen oracıkta hasta, Hak Teâlâ'nın izniyle iyileşti. Delhi Camii'nin imamının çocuğu uzun zamandır hasta yatıyordu. Bir gece rüyada Abdullah Dehlevi Hazretleri (k.s.) evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi. Sabah olunca oğlunun tamamen iyileştiğini gördü. Çok sevindi. Ertesi gün biraz para alıp huzuruna geldi, "Bunu kabul ediniz" diye arz etti. Abdullah Dehlevi (k.s.) tebessüm edip "Bu bizim geceki hizmetimizin karşılığı mıdır?" diyerek, geceki durumu açıkladı.


Abdullah Dehlevi Hazretlerinin Meclisi


Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri buyurdu ki: “Talebe, sadık olan talip demektir. Allahü Teâlâ’nın sevgisi ile ve O’nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. İşlediği günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer; Allahü Teâlâ’nın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalpleri, Allahü Teâlâ’nın evi bilir. Ashab-ı Kiram hakkında hayır konuşur ve isimleri anıldığında "radıyallahü anhüm" der. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Ashab-ı Kiram arasında olan şeyleri konuşmamayı emir buyurdu. Onun meclisi bir huzur ve sükûn meclisiydi. Orada; fakir, zengin, sultan, köle herkes aynı şekilde sevgi ve ilgi görürdü. O mecliste hiç kimsenin gıybeti yapılmazdı. Arkasından konuşulmazdı. Onun irşat ve sohbetinden herkes kabiliyet ve istidadı kadar nasip alırdı. Bir gün meclisinde bulunanlardan biri orada bulunmayanlardan birini bir kusuruyla gıybet edecek oldu. Dehlevi Hazretleri (k.s.) müdahale ederek dedi ki: "O söylediğin söz ve sıfat, bana daha çok yakışır". Yine bir gün onun meclisinde Hindistan Sultanı çekiştirildi. Abdullah Dehlevi Hazretleri (k.s.) oruçluydu. Dedi ki:


“Eyvah orucum bozuldu. Yanındakiler,
- Aman efendim, gıybeti yapan siz değilsiniz, deyince,
"Gıybeti yapan da onu dinleyen de günahta ortaktır" hadisi ile karşılık verdi.

Abdullah Dehlevi Hazretleri, Kur'an okumak kadar Kur'an dinlemeyi de pek severdi. Halifelerinden Ebû Said Ma'sûmî'nin okuduğu Kur'an'ı dinlemekten büyük haz duyardı. Bazen Allah Resulü'nün Abdullah b. Mesud’a (r.a.) Kur'an-ı Kerim okutup vecde gelip, "Yeter!" demesi gibi, o da vecde gelince, "Bu kadarı yetişir" derdi. Meclislerinde tasavvuf ehli zatların şiir ve ilahilerini dinlemekten de hoşlanırdı. Özellikle Mesnevi'yi pek severdi. Temkin ehli olduğundan cezbelenip semaya kalkışmazdı.


Ahlâkî Özellikleri


Abdullah Dehlevi (k.s.) cömertlik ve sehavette güneş gibiydi. Dergâhında devamlı olarak seyr-ü sülükle meşgul ve hizmete bakan 200 kadar müridi bulunurdu. Abdullah Dehlevi (k.s.) son derece mahcup ve mütevaziydi. Bununla birlikte iyiliği emredip kötülüğü nehyetme konusunda son derece yürekli ve cesurdu. Bu konuda ne bir validen ne de bir kumandan ve sultandan çekinirdi.


Abdullah Dehlevi (k.s.) günlük hayatını hadis-i şeriflere uygun olarak geçirirdi. Çok az uyur, teheccüd namazına kalkar, namazdan sonra yatmaz; Kur'ân-ı Kerîm okur, murakabe ve Allah Teâlâ'yı zikir ile meşgul olurdu. Sabah namazını evvel vaktinde cemaatle kılar, talebeleriyle birlikte işrak vaktine kadar Cenâb-ı Hakk'ın yüce ismini zikrederlerdi. Her bir talebesine ayrı ayrı teveccüh ederek onların tasavvuf yolunda ilerlemelerini sağlardı. İşrak vaktinden sonra talebelerine hadis ve tefsir dersi verirdi. Ziyarete gelenleri kabul edip onlara ikramlarda bulunur, onlarla kısaca görüşür, sıkıntılarını giderdikten sonra gitmelerine müsaade ederdi. Öğleye doğru birazcık yemek yerdi, öğleye yakın sünnet-i şerife uymak için bir müddet kaylûle yapar, ezan okunduğunda, kalkıp namazı cemaatle kılardı. Talebelerine, Âdâbü'l-Müridîn, Nefehât ve benzeri kitapları, daha sonra ikindiye kadar tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini okuturdu. İkindi namazından sonra yine hadis-i şerif ve Mektubât-ı Rabbânî, Avârifü'l-Maarif ve Risâle-i Kuşeyriyye gibi eserleri okur ve açıklardı. Akşam namazını kıldıktan sonra Allah Teâlâ'yı zikreder, talebelerinin, evliyalık makamlarında pay sahibi olmalarına çalışırdı. Akşam, çok az, birkaç lokma yemeğini yer, yatsı namazını kılardı. Gecenin çoğunu zikir ile geçirir, uykusu geldiği zaman seccadesi üzerine sağ yanı üzere yatardı. Ayaklarını uzatarak yattığı hiç görülmedi. Sert ve kalın elbise giyerdi. Cömertliği dillere destan olup hayâsı o kadar çoktu ki insanlarla göz göze gelmemeye çalışır, aynada kendi yüzüne dahi bakmazdı. Müslümanlara karşı o kadar şefkat ve merhamet sahibiydi ki kendisine kötülük yapanlara bile gece ve seher vakitlerinde dua ederdi.


Abdullah Dehlevi’nin meclisinde dünya kelâmı konuşulmazdı. Biri gıybet etmeye kalksa, ona, "Kötülenmeye layık olan benim" buyururdu. İnsanlara Allah Teâlâ'nın emirlerini anlatır, yasak ettiklerinden kaçınmaları için çok gayret sarf ederdi.Zamanının padişahına bile çekinmeden, Hak Teâlâ'nın emir ve yasaklarını tebliğde bulunurdu. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli olur korkusuyla mubahların fazlasını terk eder, dünyaya hiçbir zaman meyletmezdi. Hiç kimseden bir şey istemezdi. Zamanın padişahı ve diğer devlet adamları dergâhta harcanmak üzere para gönderir, kabul buyurması için yalvarırlardı.


Nitekim el-Hadâiku'l-Verdiyye müellifinin verdiği bilgiye göre Hindistan'da bir bölgenin hâkimi olan Nevvâb Şemsir Bahadır, başında Hristiyanların giydiği bir şapka ile şeyhin huzuruna geldi. Abdullah Dehlevi (k.s.), onu bu kıyafetinden dolayı uyardı. Reis de "Eğer bunu hoş karşılamıyorsanız bir daha buraya gelmeyiz" dedi. Abdullah Dehlevi Hazretleri de "Allah seni meclisimize bir daha böyle göndermesin" dedi. Reis kızarak çıktı ama bir türlü içi rahat etmedi. Tekkenin bir kenarında başındaki şapkayı çıkartıp tekrar geldi ve şeyhe bağlılıklarını sundu. Abdullah Dehlevi Hazretleri gerek adı geçen reise ve gerekse çevredeki diğer reislere karşı son derece müstağni davranırdı. Tekkenin bütün ihtiyaçlarını karşılamayı teklif edenlerin önerilerini geri çevirirdi. Bunu Hakk'a olan güvenine ters görür, halkın minnetine razı olmak gibi değerlendirirdi.Zenginlerden gelen yemeği kendisi yemediği gibi, müritlerine de yedirmezdi. Komşularına hediye olarak gönderirdi. Kendisine gönderilen paraların önce peşin olarak zekâtını verir, ardından da bu para ile helva ve tatlı yaptırıp dervişlere ve yoksullara dağıtırdı.


Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) çok fazla muhabbeti vardı. Şerefli ismini duyduğu zaman, kendinden geçecek gibi olurdu. Kur'ân-ı Kerîm'i okumaktan ve dinlemekten çok zevk alırdı. Eğer şevk halinin galip olduğu zamanlar dinlerse, düşer kalır ve "Daha okumayınız, dayanamıyorum" derdi. Ekseriye Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin (k.s.) Mesnevi'sini okutup dinler, onunla vect haline kavuşurdu.


Mürşidlik Dönemi


Şeyhi Mirza Cân-ı Cânân Hazretleri’nin şehit edilmesinden sonra irşat makamına oturdu. İlim ve irfanı; tarikattaki şeriat titizliği sayesinde kısa zamanda ünü her tarafa yayıldı. Dergâhına uzaktan ve yakından binlerce kişi geliyordu. Tekkesi Anadolu, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve Maverȧünnehir ile tâ Mağrib'den gelenlerle dolup taşıyordu. Gelenlerin bir kısmı şeyhin şöhretini duyarak bir kısmı da mana âleminde kendilerine verilen işaret üzere buraya koşup geliyordu. Abdullah Dehlevi (k.s.), bağlılarına bir yandan seyr-ü sülük ile tarikat eğitimi yaptırırken diğer yandan onlara tefsir, hadis ve fıkıh gibi İslami ilimler okuturdu, Kuşeyri Risâlesi, Avârifü'l-Maarif, Mesnevi, Sahih-i Buhári ve İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat’ı O’nun okuttuğu eserler arasında yer alır.


Vefatı


Abdullah Dehlevi (k.s.) evliyanın büyüklerinden Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’ne talebe olup onun sohbetleriyle kemale geldi ve zamanının bir tanesi oldu. Pek çok kerameti görüldü. Binlerce talebe yetiştirdi. Zamanındaki devlet adamlarına, âlimlere ve cemiyete hükmeden kimselere mektuplar yazarak nasihat etti. Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin ömrünün sonuna doğru hastalıkları iyice fazlalaştı. Bu sırada Leknev'de bulunan Ebû Said Fărukî'ye mektup yazarak vefatından sonra yerine onun geçmesini bildirdi. Bu mektup üzerine kısa zaman içinde yanına gelen Ebû Said Fâruki’ye (k.s.) şu vasiyetnameyi yazdırdı: "Devamlı zikrediniz. Büyüklere bağlılığınızı muhafaza ediniz. Güzel ahlâklı olup insanlarla iyi geçininiz. Kazâ ve kader hususunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı lazım biliniz. Fakr, kanaat, rıza, teslim, tevekkül ve feragat üzere olunuz. Benim cenazemi Asâr-i Nebeviyye’nin bulunduğu Delhi'deki Büyük Cami'ye götürünüz, Allah'ın Resulü’nden şefaat isteyiniz!".


Bir cumartesi günüydü. Yanında bulunanlara, "Çabuk Miyan Sahib'i (Ebû Said Fâruki) çağırınız!" buyurdu. Ebû Said Hazretleri’ni çağırdılar. O kapıdan girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu halde seksen iki yaşındayken, 1240 (1824) senesinde Safer ayının 22. gününde (Eylül 1824) vefat etti. Onun vefat haberini duyan binlerce kişi toplandı. Cenaze namazını, Delhi'deki Büyük Cami'de, Ebû Said Fâruki Hazretleri kıldırdı. Vasiyeti üzerine, Büyük Cami bahçesindeki, üstadı Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’nin kabrinin sağ yanına defnedildi.


Abdullah Dehlevi (k.s.) bu dünyadan göç ettiğinde zahirî ve bâtini ilimlerin rehberiydi. Kur'an ve Sünnet ilimlerini canlandırdı. Tasavvuf erbabını hakikat deryasına götürendi, marifet denizine daldırandı. Tasavvufu yaşamak için öğretendi. Zahir ilimden sonra ledün ilminin de sultanı, Resullerin ve nebilerin mirası olan irfan ilmini bilendi. Dehlevi Hazretleri’nin (k.s.) ahirete irtihali tüm sevenlerini üzdü. Allah Teâlâ rahmet eylesin. Onun vefatıyla Asr-ı Saâdet'ten günümüze kadar gelen ve Nakşibendi yolunun büyük velileri ve bütün evliya ile her tarafa yayılan Kur'an ve sünnetin yaşanan yönü kaybolmadı.


Mevlâna Halid-i Bağdadi Hazretleri’nin Abdullah Dehlevi Hazretlerine İntisabı


Mevlâna Halid-i Bağdadi (k.s.) sohbetlerine on binlerce insanın katıldığı, her anını ümmete hizmet için çabalamakla geçiren, Bağdat’ta yaşayan halk ve ulema tarafından tanınan bir alimdir. Bir gün bir hadis-i şerifin aşkı kalbine düşer ve Allah’ı (c.c.) arama yolculuğuna başlar. Hadis-i şerif şöyledir: “İnsanlar helâk oldu, ancak alimler kurtuldu. Alimler de helâk oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler de helâk oldu, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtuldu. İhlâs sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler" (Sağânî, 39). Gece gündüz bu hadis-i şerifi düşünmekten kendini alamıyordu. Aylarca süren uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra tam bir senede Dehli’ye (Cihanâbâd) ulaşan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Dehli’ye vardığında, Abdullah-ı Dehlevî Hazretleri’nin bulunduğu şehre gelmenin sevinci ile seferdeyken yanında bulunan şeylerin hepsini fakirlere dağıttı. Sonra Hindistan’ın en büyük velisi ve büyük İslâm alimi, Şâh Abdullah Dehlevî’nin huzuruna kavuştu. Abdullah Dehlevî, onu talebeliğe kabul etti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, orada da hocasına canla başla hizmet ederek, büyük mücahede ve çetin riyazetler çekti. Abdullah Dehlevi’nin huzurunda çalışıp sohbetleri ve nazarlarıyla büyük velilerden olmak saadetine erişti. Huzur ve müşahede makamına kavuştu. Vilayet-i Kübra hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yolunda kemâle geldi. Abdullah Dehlevî’nin kalbindeki bütün esrar ve manevî üstünlüklere kavuştu.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, feyz ve kemâl bulunca, Abdullah Dehlevî Hazretleri: “Ey Hâlid, şimdi memleketine ve Bağdat’a git! Oradaki Hak âşıklarını, sevdiklerine, yâni Allahü Teâlâ’ya kavuştur” buyurunca, Mevlânâ Hâlid Hazretleri; “Ey benim sebeb-i devletim, yüksek sığınağım, Efendim! Orada Hayderî ve Berzencî seyitleri çoktur. İnsanlara doğru yolu anlatmakla nasıl meşgul olurum. Çünkü, onlar şöhret ve itibar sâhibi ve âlimlerin sığınağı durumundadırlar. Böyle bir işe kalkışsam, diğer insanlar bile beni men ederler” diye arz etti. “Sen, memleketine git. İrşat ile meşgul ol. Bütün seyitler, senin ayağının toprağına yüz sürerler ve şerefli zatına hizmetçi olurlar. Oranın valileri, eminleri, âlimleri, fazilet sâhipleri, mübarek ayağını öperler. Şimdi ne istersen vereyim, iste ya Hâlid!” buyurdu. “Din için dünyalık isterim!” dedi. “Git, her istediğini verdim!” dedi. Sonra bütün talebe ve sevdikleriyle, dört millik mesafeye kadar Mevlânâ Hâlid’i uğurladı. Sonra; “Hâlid bürd”, yâni “Hâlid her şeyi aldı götürdü” buyurdu. Böylelikle Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin almış olduğu büyük nisbet ile Anadolu’ya Nakşibendi tarikatı yayıldı. Öyle ki Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ismi bilinen 150 halifesi ile her köyü her şehri Nakşibendilik yolu ile bereketlendirdi.



Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin (k.s.) Kıymetli Eserleri


1. Makâmât-ı Mazhariyye: Bu eserinde hocası Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri’ni [kuddise sırruhu] güzel bir üslupla Farsça olarak anlatmaktadır.


2. Mekâtib-i Şerife: Bu kıymetli eserinde de çok faydalı bilgi ve sırlarını açıklayan, çeşitli yerlere yazdıkları Farsça mektupları mevcuttur. Bu mektuplar Ahmed Rauf-i Müceddidi Hazretleri tarafından bir araya getirilmiştir.


Halifeleri


Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri (k.s.), binlerce âlim ve evliya yetiştirdi. En büyük halifesi Mevlâna Halid-i Bağdadi Hazretleri’dir (k.s.) . Ondan başka otuzu aşkın halife yetiştirmiştir. Bu isimler şunlardır:


Mevlâna Şeyh Halid-i Bağdadi Mevlânâ Şeyh Ebû Said Ma'sûmî Fârukî


Mevlânâ Şeyh Muhammed Şerif


Mevlânâ Şeyh Molla Huda Türkistani


Mevlâna Şeyh Molla Alaeddin Peşâveri


Mevlânâ Şeyh Sadullah Haydarâbâdî


Mevlânâ Şeyh Abdülkerim Türkistani


Mevlâna Şeyh Molla Gulâm Muhammed


Mevlânâ Şeyh Mirza Abdülgafür Cercevi


Mevlânâ Şeyh Rauf Ahmed


Mevlânâ Şeyh Beşâretullah Mevlevi


Mevlânâ Şeyh Keremullah Muhaddis Mevlevî


Mevlâna Şeyh Abdurrahman Şah Cavnpuri


Mevlânâ Şeyh Abdülgaffar Mevlevi


Mevlânâ Şeyh Seyyid İsmail Medeni


Mevlânâ Şeyh Mirza Rahîmullah


Mevlânâ Şeyh Şîr Muhammed


Mevlânâ Şeyh Muhammed Cân


Mevlânâ Şeyh Seyyid Ahmed Kürdi


Mevlânâ Şeyh Seyyid Abdullah Mağribi


Mevlânâ Şeyh Molla Pir Muhammed


Mevlânâ Şeyh Molla Muhammed Gaznevi


Mevlâna Şeyh Muhammed Can Herevi


Mevlevi Mevlânâ Şeyh Muhammed Azim


Mevlânâ Şeyh Nur Muhammed Mevlevi


Mevlânâ Şeyh Mirza Murad Bey


Mevlânâ Şeyh Muhammed Münevver


Mevlânâ Şeyh Kamerüddin Kadiri


Mevlânâ Şeyh Halilürrahman



KAYNAKLAR


İmam Nevevi. Riyazüs-Salihin. Erkam Yayınları, 2002.

el-Aclûnî, İ. b. M. (1985). Keşfü’l-ḫafâʾ (Cilt I-II, Ed. A. el-Kalâş). Beyrut. (Cilt 2, Sayfa 280, Hadis No: 2795)

Müceddidi, R. A. (2019). Marifet Deryasından İnciler. Semerkant Yayınları: İstanbul.



.




Yorumlar


bottom of page