NURŞİN MEŞAYİHİNDEN MUHAMMED DİYAÛDDİN HAZRETLERİ
- nisbet dergi
- 1 Kas 2023
- 5 dakikada okunur
*(Bu metin Şefik Korkusuzun Meşayihi Nakşibendi kitabı ve Nurşin Esintileri Dergisi'nin 16. sayısından alınarak derlenmiştir.)
Allah Teâla Hazretleri isra süresinde bize şöyle sesleniyor; “Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (İsra, 71). Resullullah Efendimizin (s.a.v.) gelmesiyle peygamberlik görevi tamamlandı. Ancak O’ndan sonra gelen ve O’na tabi olan ve Efendimizin (s.a.v.) usüllerini bize öğreten önder şahsiyetler olacağı ayeti kerimede açıkça belirtiliyor. Bizler ayeti kerimenin hükmüyle özellikleri Kuran-ı Kerimde bizlere bildirilen öndere tabi olmamız gerektiğini anlıyoruz. Bunun içinde bu hakikatin sahibi kişileri tanımamız gerekiyor. Kıymetleri hiçbir zaman hakkıyla idrak edilemeyecek olan Allah dostlarının en büyüklerinden olan Nurşin Meşahinden Hazret lakabıyla meşhur Muhammed Diyaûddin Hazretlerini tanımak tanıtmak da bizim için bir adım olsun. Hazret (k.s.) hayatı hizmet ve irşadla geçmiş olması nedeniyle ve yakından tanımak amacıyla kısımlara ayrılarak yayınlanacaktır. Birinci kısmı genel bir bakışla sizlere hazırlamak istedik.
Muhammed Diyaûddin Hazretlerinin Seceresi
Hazret lakabı ile bilinen Muhammed Diyaûddin Hazretleri büyük âlim, Seyda-i Taği ismiyle meşhur Abdurahman-i Taği Hazretleri'nin oğludur. Abdurrahman-i Taği Hazretleri'nin mübarek babası Mevlâna Molla Mahmud Şirvan'a bağlı olan Mezra-i Şeyh Ramazan'da doğmuştur. Alim, gayret sahibi bir zattı. Molla Mahmud çok ağlayan birisiydi özellikle Ramazan da. Ehli teheccüd idi. Sünnetlere çok bağlıydı Yaşlı olmasına rağmen gücünü ve aklını kaybetmemişti, uzaktan bakıldığı zaman genç zannedilirdi. Seyda-i Taği bildiriyor: Benim annemin babası olan dedem Mevlâna Muhammed ben küçükken elini omzuma atıp çoğu zaman şöyle derdi: "Bizim evimizin ilmi babadan oğla geçer, ama bizim ilmimize sen mirasçı oluyorsun Hazret babasından rivayet ederek diyor ki; ben Seyda-i Taği Hazretleri'nden duydum: "Neseb olarak, halk arasında, "Beyt-i Sofi" olarak bilinirdi ve öyle meşhurdu. Ayrıca nesebimiz Şirvan Mavit köyünde bulunan Haseman kabilesine de nispet ediliyordu. Haseman kabilesine nispet edilmesinin sebebi ise uzun zaman bu kabile arasında yaşandığı ve beraber kalındığı içindir. "Biz aslında o kabileden değiliz. Asıl olarak Arabistan'dan gelmişiz, herhangi bir kabileye mensup değiliz. Nitekim Seyda-i Tağî Hazretleri'ne Siz Seyyid misiniz?" diye sorulduğu zaman; cevap olarak şöyle buyurmuşlardır: "Eğer biz seyyid isek seyyidliğimiz ahirete kalsın." diyerek gizlemişlerdir."
Şeyh Muhammed Diyaûddin Hazretlerinin Çocukluğu
Muhammed Diyâuddin Hazretleri babası Şeyh Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin eli ile yazdığı nota göre; 7 Cemâzîyelâhir 1272 Hicri (Milâdi 14 Şubat 1856) tarihine perşembe günü öğleden sonra Bitlis'in Hizan kazasına bağlı Usb (Uvseb) köyünde doğmuştur Abdurrahman-i Taği Hazretlerinin altısı erkek, altısı kız olmak üzere toplam 12 çocuğu vardır. Hazret tüm çocukların büyüğüdür. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri kendini tamamen şeyhi olan Seyyid Sibgatullah Arvasi Hazretleri'nin hizmetine adadığından, uzun zaman ailesi ve çocukları ile fazla ilgilenememiş, aile efradı epey zorluk, yokluk ve perişanlık çekmişlerdir. Öyle ki; şeyhinin yanında bulunduğu zamanlarda kendi köyünden gelen, kendisine evinden ve çocuklarından haber vermek isteyenlere karşı "Sakın bana evlâd-ü iyâlimin durumundan bahsetmeyiniz. Vallahi Diyaûddin (Hazret) bile vefat etmişse benim için çok fark etmez." diyerek ailesinin ve çocuklarının iyi olmayan durumlarını anlatmalarına fırsat vermemiştir
Muhammed Diyaûddin Hazretlerinin "Hazret" Lakabını Alması
Abdurrahman-i Taği Hazretleri bir bayram günü yanına henüz çocuk yaşta olan Molla Muhammed Emin ve oğlu Muhammed Diyaûddin'i (k.s.) de alarak bayramlaşmak için Sıbgatullah Arvasi Hazretleri'nin yanına gider. Gavs-ı Hizan'ın (k.s.) yanına gelen herkes kaybolmasından korkarak ayakkabılarını yanına alırken yalnızca Muhammed Diyaûddin (k.s) ayakkabılarını kapının önünde bırakır. Dünya malına tamah etmediğini gösteren Muhammed Diyaûddin (k.s.) bu tavrı Gavs-ı Hizan Hazretlerinin oldukça hoşuna gider ve onu sevmek için yanına çağırır. Abdurrahman-i Taği Hazretleri ise Gavs-ı Hizan'ın Hazretlerinin kucağına doğru koşan oğluna, üstadını rahatsız edeceği endişesi ile mani olmak ister. Fakat Gavs-ı Hizan (k.s.) "Hazret'le aramıza girme." diyerek ona müsaade etmez. Böylece Muhammed Diyaüddin Hazretlerine "Hazret" lakabı ilk o zaman verilmiş olur. Said Nursi Hazretleri medresede talebe iken bir gün hocası Fethullah Verkanisi Hazretleri fıkıh ilmine ait Cem-ul Cevamih adlı kitabı ne kadar zamanda ezberleyebileceğini sorar. Said Nursî Hazretleri de çok kısa bir sürede ezberleyebileceğini söyler. Aradan az bir zaman geçer ve Said Nursî kitabı ezberlemiş olarak hocasının yanına gelir. Fethullah Verkanisî Hazretleri kitabın farklı kısımlarından sorular sorar, Said Nursî de her soruya doğru yanıt verir. Fethullah Verkanisî Hazretleri bu kadar zor bir kitabı bu kadar az zamanda ezberlemesinden dolayı Said Nursî'ye "Sen zamanın Bedi' isin." der ve ona "Bediüzzaman" lakabını verir. Said Nursi Hazretlerine "Bediüzzaman" lakabını veren Şeyh Fethullah Verkanisî Hazretleri yaşadığı devirde tarikattaki bidatları ortadan kaldırması üzerine Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerine atfedilen "Hazret lakabını Muhammed Diyauddin Hazretlerine "Hazret-i Sani" yani "İkinci Hazret" olarak vermiştir. Ayrıca Ağrı Doğubayazıd'da bulunan Ahmed-i Hani Hazretleri'nin kabrini ziyarete gittiğinde âlimlerin manevi işareti üzerine Muhammed Diyaûddin Hazretleri "Hazret" lakabı ile anılmaya başlar.
İlim Tahsili Zahirî ve manevî ilimleri tahsil etmeye çok müsaid bir ortam içerisinde dünyaya gelen Muhammed Diyâuddin Hazretleri, ilk eğitim ve öğrenimine babasi Abdurrahman-i Tağî Hazretlerinin yanında başlar. Medrese tahsilini önceleri Halenze köyünde Molla Mustafa el Halenzi el Bedevi'nin yanında almıştır. Ardından kardeşi Abdurrahim ile beraber Şeyh Fethullah-i Verkanisî'nin yanında tedrisata başlarlar. Ancak iki kardeş arasında ayrı özellikler görülür. Hazret (k.s.) dersi çabuk biterken, kardeşinin dersi epey uzun sürer. Durumu gören ev halkından bazıları Şeyh Fethullah'a; "Sen Hazret'e az, Abdurrahim'e ise çok önem veriyorsun." diye zaman zaman uyarıda bulunurlar
Şeyh Fethullah (k.s.) ise; "Ne yapabilirim ki; Hazret dersleri normal olarak dinleyip, öğrendiği ile ikna olup verileni yeterli görüyor, dolayısıyla dersi çabuk bitiyor. Molla Abdurrahim'e gelince; O, çok soru soruyor ve bizi de cevap vermeye zorluyor, bu yüzden dersleri gecikiyor." der. Bu şekilde tedrisata devam eden Hazret, tüm tahsilini Şeyh Fethullah'ın yanında tamamlayıp, ilim icazetini de ondan alır. Zamanla medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak "Molla" payesine erişir.
Hazret (k.s) Etrafındaki ulemaya “ben her ilimde sizden üstünüm demiyorum; ancak fıkıh ilminde sizden üstün olduğumu söyleyebilirim. Bu seviyemi de üstadım Şeyh Fethullah'tan elde ettim; çünkü o verdiği her fetvayı bana gösterir ve fetva verme metotlarını da bana öğretirdi, hatta yanında olmadığım zamanlar vermiş olduğu fetvaları ben gidince bana anlatırdı, ben de bana öğrettiği her fetvayı tümüyle anlamaya çalışır sonra muvaffak olurdum." derdi.
Fethullah Verkanisî (k.s.) sağlığında 10 sene, onun vefatından sonra da 24 sene olmak üzere tam 34 yıl talebe yetiştirdi ve insanlara İslâmiyet'in emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saadete kavuşmaları için çalıştı.

Şeyh Muhammed Diyaûddin Hazretleri'nin Çocukları
Hazret (k.s.) hayatında bir evlilik yapmış, Medine isimli hanımından Fethullah adında bir oğlu Aişe adın- da bir kızı olmuştur. Oğlu Molla Fethullah, Hazret'ten (k.s.) 10-15 gün önce şubat ayında vefat etmiştir. Molla Fethullah'ın tasavvufî amelini bitirdiği halde hilafetini alamadan vefat etmesi Hazret'i çok üzmüş ardından "Keşke hilafetini vermiş olsaydık, şimdi büyüklerden daha çok istifade ederdi." demiştir. Şeyh Fethullah Verkanisî (k.s.) oğlu Şeyh Mar'uf şöyle anlatır; "Molla Fethullah'ın vefatında Muhammed Alâeddin Nurşin'de değildi, onu da getirmeye adam göndermişlerdi. Bizler ise Hazret'in yanına her gidişimizde "Genç gitti." diyordu. Ben de ona Hazret'in (k.s.) yaşaması bize kâfidir, diyordum. Şeyh Alâeddin geldiğinde, acaba nasıl teselli verecek, diye biz de onunla beraber huzura girdik. İslamî olan taziyeyi bildirdikten sonra Hazret yine "Genç gitti." diye ifade buyurdu. Muhammed Alâeddin ise; "Hazret bu konuda da Peygamberimizi örnek almıştır." dedi. Hazret (k.s.) "Nasıl?" diye sordu. Muhammed Alâeddin; "Hazret, Peygamber Efendimize (s.a.v.) tâbi olmaya çalışmıyor muydu? İşte bu konuda da ona uydu. Peygamberimiz (s.a.v.) vefat ettiğin de nasıl yalnızca bir kızı yani Fatma'tüz Zehra ve iki torunu, Hasan ve Hüseyin'i geride bıraktı ise, Hazret'e ihtiyarî ve gayri ihtiyarî, Peygamber Efendimiz (s.a.v) uymak nasip olmuştur." deyince, Hazret sevindi ve "İnşallah Rabbimiz bunu bizden kabul eder." dedi. Hazret'in (k.s.) büyük torunu; Cemaleddin de 22 Şubat da vefat eder ve geriye yalnızca Şeyh Takyeddin ve Şeyh Nasır kalır. Muhammed Diyâuddin Hazretlerinin her iki torunundan devam eden evlatları hizmete devam etmektedirler. Kızı; Aişe, ise Hazret'in şehid olan kardeşi Muhammed Said'in oğlu Sultan Veled ile evlendirilmiştir.
Muhammed Diyaûddin Hazretlerinin Vefatı
Muhammed Diyaûddin Hazretlerinin Rabbinin rızası uğruna geçen ömrü; Hicri 1342 (Miladi 1923/24) senesinin Recep ayının 17. cuma günü sabah namazından sonra Nurşin'de son bulmuştur. Kendi işareti ile merkad-i şerifin duvarları içerisinde bulunan babası Abdurrahman-ı Tağî Hazretlerinin yanına defnedilmiştir.
.
Comments