top of page

TASAVVUF SOHBETLERİ

Güncelleme tarihi: 1 Eki 2023

(Bu yazı Seyda Alamettin-i el Nurşini Hazretlerinin 04.08.2023 tarihli sohbetinden hazırlanmıştır ).

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Vessalatu vesselâmü âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ve sellem.

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي* وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي


"Ey Rabbim. Göğsümü aç, genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimde bulunan düğümü çöz de, anlasınlar beni." (Taha, 20/25-28) . Cenab-ı Allah'ın birçok âli sıfatları vardır. Sübhan, noksansız, yani bütün kusurlardan ve bütün eksikliklerden münezzeh sıfatlar. Fakat bu sıfatlar arasında, insanlarla konuşurken en fazla kullandığı Rahman ve Rahim sıfatıdır. Yani şefkat dili konuşuyor, merhamet dili konuşuyor, şefkat ve merhametin içerisinde muhabbet dili çok konuşuyor. Bu dilleri biz kâinatın, dünyanın, hayatımızın her safhasında duyabiliyoruz, esasen. Bebeklik döneminden vefat dönemine ve ondan sonraki ahirete intikal ettiğimizde de hep böyle şefkat ve rahmet dili konuşuyor. Hatta Hz. Muhammed'i (s.a.v) sevdiğinden dolayı yaratmış, çünkü Resulullah’a hitaben


"Levlake levlake lema halaktü dünya, Levlake levlake lema halaktü cennet, Levlake levlake lema halaktü nar" diyor. "Ey Habibim! Sen olmasaydın cenneti yaratmazdım, sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım, dünyayı yaratmazdım."

Cenab-ı Allah’ın sıfatları en fazla Resulullah (s.a.v.) üzerinden tecelli ederdi. Fakat onların içerisinden, Resulullah’ın ümmetine karşı yansıtılan, Sahabelerden yansıtılan ve tabiinden yansıtılan ve O’nun (s.a.v.) varisleri olan Alim-u Rabbanilerden yansıtılan aşk, şefkat ve muhabbettir. Aşkı muhabbetten ayrı göremezsiniz, muhabbeti de şefkat ve merhametten ayrı göremezsiniz. Sadakatten, ihlasdan, vefadan ayrı göremezsiniz. Bir insan çok seviyorsa, bu insan ihlaslı değildir diyemezsiniz, sadık değildir diyemezsiniz, vefakâr değildir diyemezsiniz. Bir insan seviyorsa, şefkat ve merhametten yoksundur da diyemezsiniz. Resulullah’ın ümmeti üzerindeki hayatına baktığınız zaman, hali, tavrı, tutumu; Sahabenin hayatına baktığınız zaman; ve bir de ondan nasipdar olan Allah Resulü’nün maneviyatından istifade eden hem zâhirî hem de bâtınî Alim-u Rabbanilere baktığınız zaman, onlar da kabiliyeti ölçüsünde şefkat, merhamet, sevgiden ve Allah Resulü’nün sıfatlarından istifade etmişlerdir. Onun için Seyda-ı Taği (k.s.) özellikle yolumuz aşk diyor, muhabbet diyor. Yaradan beni yaratırken aşk mizacı üzere yaratmış diyor. Hatta benim göbeğim kesilirken, aşkın timsali olan, aşkı sembolize eden Hz. Yusuf (a.s.) ve Hz. Züleyha’nın muhabbetinin yazdığı kitap üzerinde kesti ki Cenabı Allah ilerde beni böyle bir muhabbete ulaştırsın diye. Yani Allah’a son derece aşık, muhip bir zat olayım diye göbeğimi onun üzerinde kesti; benim göbeğim ona bağlıdır diyor. Onun için hakikaten Seyda-ı Taği (k.s.) meşrebinden gelen, onun zürriyetinden gelen, manevi misyonu ifa eden zatların bütününe baktığınız zaman en fazla yansıtılan şey, aşktır. Ve hakikaten Allah'a giden yollarda aşk vardır, muhabbet-i İlahi vardır, Allah korkusu vardır.




Tüm bunlar arasında en güvenilir olan aşk kavramıdır. Onun için, Cenab-ı Allah’a götüren yollar arasında en mutemet olan, şeytanın evhamlarına karşı insanın yanlışlıklara infilak etmesine karşı set oluşturan, yanlışların bataklığına düşmesine engel olan en güçlü meziyet, en güçlü bağ aşk bağıdır. Ekser Ehl-i Velayet, Allah'a giderken aşk yolunu tercih etmişlerdir. Çünkü aşk öyle güçlüdür ki, aşıkla maşuk arasında öyle güçlü bir bağ oluşturur ki aşığın gözünde maşukun kusurunu gösterebilmek adına binlerce şeytan toplansa aşığın gözünde öyle bir kusur bırakamaz, zihninde öyle bir düşünce bırakamaz, binlerce nefis toplansa onu alıkoyamaz. Bin tane şeytan onun elinden tutsa, onu yolundan vazgeçiremez. Aşk bu kadar güçlü bir bağdır esasen. Allah bu aşkı kendisi için yaratmıştır. Hadis de vardır ki; Cenabı Allah Hz. Davud (a.s.)’a vahyetti: ‘Ben kalpler üzerine yasak koydum ey Davud! Beni yansıtmayan muhabbetin kalpte bulunmasını yasak kıldım.’ Haramdır diyor, onun için Resulullah; ‘Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.’(Beyhakî, 7, 338/10501) buyuruyor. Bir insan dünyayı çok seviyorsa hatalar ondan meydana gelir. Her hatanın temelinde bu vardır. İki kardeş kavga ediyorsa, aile kavga ediyorsa, iki komşu kavga ediyorsa, her kim kavga ediyorsa dünya sevgisindendir. Bu anlamda dünyaya ciddi bir ihtiras bir bağımlılık var. Herkes en çok benim olsun istiyor, çok ciddi bir bağımlılık oluyor ve o da ahireti unutturuyor. Hedef, Maksudu bizzat olan Allah unutuluyor. Cenab-ı Allah’ın yasak kıldığı şeylerin arasındadır ve en büyük haramlardan bir tanesidir, esasen. Dünya sevgisinin kalbe inmesi en büyük haramlardan bir tanesi. Kalp için çok ciddi bir zehirdir. İnsan vücudu ile yapılan haramlar vardır. Bunlar da elbette ki insan için zararlıdır, uzak durulması gereken şeylerdir. Tabii bu uzak durmanın neticesinde, insana sevaplar vardır. Fakat kalbe ciddi anlamda zarar veren dünya muhabbeti varsa, bu sefer binlerce evliya gelse onu o taraftan kopartamaz.


Onun için Resulullah, her hatanın özünde dünya sevgisi vardır diyor, o dünya sevgisi hatalara meylettirir. Seyda-ı Taği’nin yolu, meşrebi, mizacı aşk mizacı olması hasebiyle, bu çok büyük nimettir. Çünkü hakikaten insan O’nun sohbetine iştirak ettiğinde, O’nu yansıtan bir sohbete girdiğinde, Hazret’in sohbetine iştirak ettiğindeki biz Elhamdülillah tevbe alırken Hazretten başlıyoruz. Hazret’i, Şeyh Ahmed’i, Şeyh Maşuk’u... bu zatları kendime şeyh kabul etmek suretiyle bizatihi onların feyzü bereketinden nail oluyoruz. Kalplerimize, ruhlarımıza bir dokunuş hasıl oluyor. Bu, Allah’ın büyük bir nimetidir.Şimdi bunca nimetlere karşı yarın, Cenab-ı Allah insana dese ki; ‘Ben sizin için her şeyi yaptım. Size bütün imkanları oluşturdum’ Resulullah (s.a.v) dese: Size tüm alt yapıları oluşturdum. Hani bir çocuk olur, en iyi imkanlarla donatırsınız, en iyi okula kaydedersiniz. Ne eksiği varsa giderirsiniz. Bir anne baba serzeniş gibi hani derler ki; ‘Ey oğul! Ben senin için her şeyi hazırladım ne diye okumadın ne diye kazanmadın.’ Dünya bir medrese hayatı gibidir, bir sınav yeridir. Cenab-ı Allah bize bütün imkanları, bu sınavı geçebilmek adına seferber eylemiş. Resulullah’ın ümmeti olma hasebiyle hususi bazı imtiyazlar da verilmiş. Bütün bunlara karşı nankörlük içinde bulunmak, kendi elimizle Cehennemi hak etmek manasına gelebilir, Neuzubillah. Tevbe gibi bir kapımız vardır, neden tevbe etmiyoruz?

Resulullah (s.a.v.) der ki; ‘Âlim ile beraber olun, diz dize oturun. Çünkü Allahü Teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de ilim nuru ile diriltir.’ (Taberani) Ölü bir kalbe sahipseniz, hissetmiyorsanız, felçli bir kalbiniz varsa, bir organ ki felçli, hiçbir şey hissetmiyor, varlığı yokluğu bir, Şimdi Resul-u Ekrem (s.a.v.) yol gösteriyor. Ne diye Alim-i Rabbanilerin meclisinden uzak duruyorsunuz? Bilmiyor musunuz? Onlarda Allah’ın verdiği hikmetli bir sır vardır. Bilmez misiniz? O kalplerin hayata dönüşü, onların sohbetlerine bağlıdır. Onların ortamına gitmek suretiyle, iştirak etmekle, kelamını işitmekle kalplerin hayata döndüğünü bilmez misiniz? Sizlerin bir toprağı vardır, kurudur kupkuru. Altında güzellikleri yeşertmeye kabildir, gül gülistan olmaya kabildir, yani çiçekler yeşertebilir ama aynı toprağı iyi sulamazsan çalı çırpı da olabilir, dikenler de olabilir, içinden geçilmez bir hale, malayani hale de gelebilir. O zaman nasıl ki kupkuru toprağı o hale getiren, ölü sınıfından çıkarıp hayat veren gökte bulutlardaki yağmur olduğu gibi Alim-i Rabbanilerin de bulunduğu o meclisler, o sohbetleri, kelamları adeta öyledir. O kalbi bir daha hayata dönderir, bir daha hissetmeye başlar. Onda İştiyaklar meydana gelir. Hizmete iştiyak meydana gelir. Allah’a hizmet, dini mübine hizmet iştiyakı meydana gelir. Allah Resulüne benzemiş olur. Peygamber Efendimiz döneminde, o çağın sahabeleri vardı. Ama her döneminde adeta bir sahabe meselesi vardır. Her dönemde sahabelere benzeyen bir topluluğu Rabbül Alemin gönderiyor. O topluluk, Cenab-ı Allah’ın seçtiği bir topluluk halini alıyor. O zaman bence insana düşen en mühim mesele, bu çağın o taifelerinden olmak. Yani dini mübine malıyla canıyla kendini o istikamette feda etmek. Neyi feda ediyoruz deseniz ki esasen minnacık bir şey feda ediyoruz. Verdiğimiz bu minnacık dünyayı ama bir düş hükmünde olan, bir rüya hükmünde olan ve eninde sonunda, bugün veyahut yarın uyanacağı bir rüyayı dünyayı, ebedi olan, baki olan, hiç bitmeyecek bir hayat ile değiştirme manasına gelir.


Şimdi burada bir fedakârlık da söz konusu değildir esasen. Bunun adı Allah ile yapılan çok kazançlı bir ticarettir. ‘..hel edullukum alâ ticâretin tuncîkum min azâbin elîm…’-‘..Sizi hem bu dünyada, hem de öteki dünyada şiddetli bir azaptan koruyup kurtaracak bir alışveriş göstereyim mi size?’(Saff, 10). ‘Tu'minune billahi ve resulihi ve tucahidune fi sebilillahi bi emvalikum ve enfusikum..’ ‘Bu, Allah'a ve Resul'üne iman etmeniz; Allah yolunda, mallarınızla ve canlarınızla cihad etmenizdir.’ (Saff, 11). Feda edeceksiniz hem beden hem mal, ikisi bir arada olacak. Siz bunları yaptığınız zaman, Allah’ın azabı olan cehennemden mahmuz ve masum olacaksınız. ‘İnnallaheştera minel mu'minine enfusehum ve emvalehum bi enne lehumul cenneh, yukatilune fi sebilillahi fe yaktulune ve yuktelune va'den aleyhi hakkan fit tevrati vel incili vel kur'an, ve men evfa bi ahdihi minallahi, festebşiru bi bey'ıkumullezi baya'tum bih, ve zalike huvel fevzul azim.’ ‘Allah, kendi yolunda savaşarak ölen ve öldüren mü'minlerin; canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır.’ Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da gerçek olan bir söz vermedir. Allah'tan daha iyi sözünde duran kim olabilir? O halde, O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte büyük başarı budur.’ (Tevbe, 111)


Bakın burada, Allah ile yapılan bir ticaret vardır, fedakârlık da yoktur hakikat itibariyle. Allah Teala hem malları hem nefisleri satın almış. Buradan ne anlaşılıyor? Allah için insan cennete girmek isterse, cenneti hak etmek isterse sadece beden yetmiyor veyahut sadece mal yetmiyor. İkisini o istikamette harcayacak. Muhakkak ki Allah mümin insandan satın almış hem nefis hem mallarını, karşılığında cenneti vermek suretiyle.Bir sabah uyanacaksınız. O zaman ben hayal olan, fani olan, kesin öleceğim bir hayatı, rüya gibi düş gibi olan hayatı, ebedi olan ihtiyarlığın, hastalığın olmadığı, saçların ağarmadığı, ebediyen insanın mutluluğu lezzeti yudumladığı sürekli keyif ve lezzet yudumlanan bir hayatla değiştirebiliyorsam eğer bu Allah Teala’nın sunduğu çok büyük bir nimettir. İnsan içerisinde, Yaratıcısı yani Halik’i tarafından verilen ebediyet arzusuna sahiptir. İnsan hayvanlar gibi değildir, onlarda bir ebediyet arzusu yoktur. Fakat içimizde adeta, haşa hata olmasın, bir makine icat edildiğinde, içerisinde bir program varsa onun bir amacı vardır. Bizim içimizde böyle bir his vardır, ebedi yaşam arzumuz vardır. Gençliğimizin gitmesini arzu etmiyoruz, hastalığı sevmiyoruz yani bizde olan güzelliğin daimî kalma arzusu içerisindeyiz.


Böyle bir arzunun karşılandığı yer elbetteki ahiret hayatıdır. Zira Rabbül Alemin, dünya hayatını eksik ve kusurlu yaratmıştır. İnsanın içindeki duygular sonsuzdur. Duygular arzular bitmez tükenmez lakin bu dünya hayatı, içerisinde bu duyguları karşılayacak kadar büyük değildir. Çünkü dünya eksik bir yerdir. Bu eksik olan dünya içerisinde, eksiksiz kusursuz bir hayat arzuluyoruz. Rabbül Alemin bu duyguyu vermişse elbetteki dışarıda onu da yaratmıştır. İnsanın içerisinde susuzluk gibi bir hissiyat varsa dışarıda Allah suyu yaratmıştır, açlık gibi bir hissi insan içerisinde yaratmışsa rızkı dünyada yaratmıştır. Eğer içimizde böyle hisler olmasaydı dışarıda bunlar olmazdı. Ebediyet gibi bir arzusu varsa insanın içerisinde elbette ki ebedî kalacak bir hayat vardır. Neuzubillah cehennem gibi hak edilmeyen, nefsimize kapılma meselemiz de vardır. Resulullah (s.a.v.) buyuruyor; ‘Senin en şiddetli düşmanın, iki yanının arasında bulunan nefsindir.’(Keşfü’l-Hafâ, 1/143). Evvela mücadeleyi onunla vermen lazım. Direnç göstermen lazım. Her bir direnç seni Allah’a yakınlaştırır. Nefse her boyun eğmen, seni Allah’tan bir adım daha uzaklaştırır. Nefsin ıslah edilmesi noktasında çok ciddi direnç göstermek lazım. İnsan nefsinden ne kadar uzak olursa ne kadar direnç gösterirse Allah’a o kadar yakın olur. Resulullah (s.a.v.) buyuruyor 'Küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz. O nefisle cihattır.' (Suyuti, II,73)


Enaniyetine Neuzubillah insanın takılmaması lazım, enaniyet çok tehlikeli bir şey çünkü insanın içerisinde bir mecra vardır, bir akar vardır. Mesela biz içimizden her halimize ‘Subhannallah’ dememiz gerekiyor. Yani eksikliklerden, noksanlıklardan münezzeh olan sadece Allah’tır. Allah, bizim Rabbimizdir, Allah, bize hayat verir. Yaşamı veren, hayatı yaratan hayat sahibi olan Allah’tır. Şimdi insan Allah ile bağını bu anlamda kuvvetli kurmazsa, Neuzubillah enaniyetini, nefsini Allah yerine koyar. Yani her şey onun etrafında dönmeye başlar, merkezi sisteme nefsini oturtur. Enaniyetine, bencilliğine takılır. Ve Allah der ki benim gibi görünen insanları affetmem. Benim takındığım tutumu tutunan insanları derdest eder cehenneme atarım. İnsanın enaniyetine takılması çok büyük bir bataklıktır esasen. Ene’sine takılan insanın arzu ve isteği; gıybet yap der yapar, dinin aleyhinde konuş! Konuşabilir. Veyahut birinin hakkında konuş! Konuşabilir. Allah sizleri muhafaza etsin, güzel hizmetler nasip etsin.


Elhamdülillah aşkın kaynağındasınız, aşk kaynağı en büyük lütuftur. İnsan bir korkuya, bir mehabete binaen bir mahkemesi vardır. Diyelim ki İstanbul’da diyelim ki Bursa’da, veyahut başka bir yerde, elbette ki bu mahkeme insanı çok korkutur. İnsanın elini ayağını bağlayan bir şey, elbette ki bu da güzel bir şeydir. Yani hata etmeme, yanlış yapmama. Yani bir suç vardır ve bir mahkeme tarafından, hâkim tarafından, devlet tarafından tespit edilebiliyorsa bu da elbette ki güzeldir. Böyle bir yolculuk, mehabet yolculuğu bir tarafı güzel olan, faydalı olan yolculuk elbette güzel bir şeydir ama hiçbir şey aşk yolculuğu gibi değildir. Yani bir insan maşuku üzülmesin diye, maşuku hoşlanmıyor diye bir şeyi yapmıyorsa, hayatını maşukunun etrafında döndürüyorsa çok güzeldir. Tabiinden Rabiatül Adeviye bir kasidesinde öyle diyor: ‘Ya Rabbi! Aşık ile maşuk arasında nasıl bir hasret olduğunu Sen bilirsin. Ben bu gece baktım ki her aşık maşukuyla yan yana, buluşmuş, gecenin bu vaktinde hasret gideriyor. Ya Rabbi, ben de bunu görünce Maşukuma geldim. Seccadeye oturdum. Aşık maşuktan ne istiyorsa ben de senden istiyorum. Senden Seni istiyorum’. Bu çok ihlaslı bir ibadettir. İnsan ibadeti menfaat için yapıyorsa; yani cennete gireyim diye veya cehenneme girmeyim diye ibadet ettiğinde, bu çok kabul edilebilir bir şey değil. Yani insan namazını kılıyor, hizmetini ediyor ama ne için? Cennet için, dünya işleri iyi olsun diye yapıyorsa, bunun için yapıyorsa Allah’a zınni anlamda çok makbul değildir ibadeti, veyahut cehennem korkusuna binaen yapıyorsa bu da çok hoş değildir.


Peki niçin yapılmalı? Allah’ı hoşnut etmek için, Allah rızası için, Allah’ın rızası sevgisinden uzak değildir, ayrı değildir. Ancak bu aşığın dilinde olabilir. Aşığın halinde o tavır ve tutumu görebilirsiniz. Çıkarsız ve menfaatsiz, ancak aşık bunu söyleyebilir. Niçin yapıyorsun, ne kazanıyorsun denildiğinde, O’nun hoşnutluğu rızasını görmek için, Memnun olmam, O’nun memnun olmasındadır der, hoşnutluğum hoşnut olmasındadır. Bu lisan aşk lisanıdır. Onun için namazlarımızda, ibadetlerimizde hep bunu ifade ederiz: ‘Rıza-ı lilah’ deriz, Allah rızası! Kim söyleyebilir bunu, ancak aşık söyleyebilir. Hayranlık, itaat olabilir ama aşk! Aşk denilen şey gönül işi, kim var mesela tam manada aşık? Ruhun, kalbin meyli zordur görmediğinde duymadığında, Resulullah’a ait bir yansımayı göz penceresinden görmediğinde, bir ahlakı görmediğinde işitmediğinde kalbin meyli zordur. Onun için Resulullah der ki: ‘Alimler benim varislerimdir…” (Ebu Davud, İlm 1, (3641); Tirmizi; İbnu Mace) Yansıtan varisler. Bu nasıldır? Bahar gelir bir çiçek olur, bir gül olur ama siz onu görmemişsiniz. Ama onun özü, suyu, bir gül kokusu haline gelmişse ve siz onu koklarsanız dersiniz ki bunun özü de demek ki böyle bir şeymiş. Yani o koku size çok şey anlatabilir. Aslında bu Alim-u Rabbanilerin yansıttığı şeyler, Peygamber Efendimize ait şeylerdir ve ruh O’na âşık olabilir. Çünkü göz O’nu görüyor, O’na ait olan izleri taşıyor. Hani çocuk babanın sırrıdır derler; Dikkat ederseniz bazen çocuk babasında olan yansımayı, huy, ahlak veyahut görüntü aksettirir illa ki.


Hizmetleriniz, Allah Resulü için önemli, hani bir anne baba, 3 tane evlatları var: ve bir iki tanesi kayıp, yoldan çıkmış, anne babayı tanımaz halde, Neuzubillah küfür içinde, inkâr içinde kaybolmuş, kötü insanlar tarafından alıkonulmuş, insi şeytanlar tarafından alıkonulmuş, sonra bir haber geliyor senin çocuğu bulduk. Öyle bir anda size haber geldiğinde ne yaparsınız? Herhalde dersiniz ki dile benden ne dilersen, şimdi Allah Resulünün ümmetine karşı olan hassasiyeti, duyarlılığı bir anne babanın çocuğu üzerindeki duyarlılığından ötedir. Bir insanın tövbesine vesile olmak, onu tutabilmek, alt yapısını oluşturmak: böyle bir durumda anne baba için ne ifade ediyorsa, Peygamber Efendimiz için 100 katı kadar fazla şey ifade ediyor. Onun için varınızı yoğunuzu bu yolda vermek gerek. İnsanların davası vardır, kimse kimseyi küçümsemiyor, Allah mübarek eylesin diyebiliyorlar. Ama insanların davaları nelerdir? İnsanların davaları çok küçüktür esasen. Her şeyi içinde barındıran çok ali bir davaya sahip olmak... İnsan sadece kendinde olan güçle mamur olabilirken neden küçük şeylerin arkasına takılsın. İnsanın derdi çok yüce olsun. Derdin Allah olduğunda, bu dermanın olur. Derdi Allah olan insanın dünya bomba olsa patlasa umurunda olmaz. Fakat insan bu davayı dünyasındaki davasından küçük görüyorsa, küçük şeylere takılmış demektir. Veyahut insan elinde birkaç malzemeyi satmak isteyip bunun için on kişiye ulaşıyorsa, üç beş kuruş kazanmak için dört beş kişiye ulaşıyorsa, Allah’ın davası bundan daha düşükse Neuzubillah bu insan kaybetmiştir, adeta Allah onu mahkûm etmiştir.


Ama davası büyükse insanın, dünyası da abad olur. Dünya peşinden gelir. Dünya bir araçtır artık onun için. Rabbül Alemin o insanla beraber olur.‘…in tensurûllâhe yensurkum…’ ‘…siz yardım ederseniz Allah´a, o da yardım eder size…’ (Muhammed, 7). Siz duyarlı olusanız dine karşı, Allah’ın yardımı size gelir. Siz bu duyarlılığı göstermezseniz, yardım gelmez size, Siz, Allah’ın muhabbetini kullarının kalbine bırakma çaba, gayretine girerseniz, o muhabbet sizin kalbinize gelir. Attığınız adıma göre, Allah tarafından size bir adım atılır. Zalimane duyarsız davranıyorsanız, siz de iman refleksi bulunmuyor demektir. Tövbelere vesile olalım. Birbirimize karşı adap, edep olsun. Her gelen sizin birbirinize muhabbetinizi bulsun, öyle bir atmosfer oluşturun. Bugün insanlık bunu arıyor, aşkı arıyor. Allah adeta dünyadan aşkı aldı götürdü. Çünkü kimsenin birbirine güveni yok. Böyle bir kristale sahipseniz, adeta 4 bir tarafa ışık vermelisiniz. İnsan gördüğünde büyülenmişçesine tesir eder.


Ve sallahu ala seyyidina Muhammedin ve sahbihi ve selem.

Kaynaklar


Kurân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli. (2018). (Elmalılı Hamdi Yazır), İstanbul: Huzur Yay.

İmam Nevevi. Riyazüs-Salihin. Erkam Yayınları, 2002.







.




2 Comments


sumeyyeerdogan53
Oct 10, 2023

Elinize sağlık. Seydamın sohbetleri her biri birbirinden kıymetli. Sayenizde çok istifade edecegiz inşallah❤️

Like

Elif Cicek
Elif Cicek
Oct 01, 2023

Elhamdülillah Seyda gördüğüm ilk sohbetti.Allah bizi onlara layık eylesin insaAllah

Like
bottom of page